Neden minimalizm?



     Özellikle son 15 yılda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerleme sebebiyle yaşamın artan hızı ile her geçen gün katlanarak artan bilgi yoğunluğu, ürün çeşitliliği ve bolluğu, değişen alışveriş ve tüketim alışkanlıklarımız, özetle değişen yaşam şeklimiz sebebiyle kaldırabileceğimizden daha fazla bilgi yoğunluğuna, kullanabileceğimizden daha fazla ürün ve tüketim seçeneğine boğulmuş durumdayız.
     Daha çok tüketiyor, daha çok çalışıyor, daha fazla öğrenmeye çabalıyoruz. Daha çok tüketiyoruz, sebebini bile bilmeden. Bize sunulan her şey artık daha fazla, ama daha mutlu değiliz. Oysa ki mutlu olmak için yaşıyoruz, demek ki yanlış olan bir şeyler var. Tüm bunları yaparken ise yaşam akıp gidiyor, biz ise anı yaşıyamadan, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz sürekli. Ancak yaşam, yaşadığınız ana odaklanıp tadını çıkarabildiğinizde güzeldir.
     Günümüzde teknoloji, hayatımızı kolaylaştırdığından çok daha fazla bizi esir ediyor, üzerimize yeni sorumluluklar yüklüyor ve zamanımızı giderek daha fazla çalıyor. Oysa ki teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması, bizlere zaman kazandırması gerekmiyor muydu! Öyle olmadı. Sahip olduklarımız bizim sahibimiz oldu.
     Yeni yaşam şeklimizin ortaya çıkardığı sonuç şu: İnsanlar artık kendisi için yaşayamıyor. Daha fazla çalışıyoruz, daha fazla üretiyor, daha fazla tüketiyoruz, ancak kendimizle ilgilenebilecek vaktimiz giderek azalıyor. İnsan olarak giderek daha fazla bireyselleşiyoruz. Çünkü yakın çevremizden başkasına, hatta kendimize ayıracak zamanımız bile pek kalmadı.
Bu yaşam şeklini olduğu gibi kabul etmek zorunda değiliz. İşte minimalizm buraya devreye giriyor. Bu yeni çağın ortaya çıkardığı olumsuzlukları en aza indirmek ve bertaraf etmek adına bir takım önlemler alınabilir. Hayatımızı, çevremizi, ilişkilerimizi ve zihinsel süreçlerimizi sadeleştirerek daha kaliteli, konforlu ve özgür bir yaşama sahip olabiliriz.
  Nesnelerin esiri olmamak ve mülkiyetçi anlayışı terk etmek
Minimalist yaşayabilmek için nesnelerin esiri olmaktan kurtulmak gerekiyor. Öncelikle paraya, hayatı idame ettirmeye yardımı olan bir araç olmaktan öte bir anlam yüklememek gerekiyor. Yani parayı sevmekten vazgeçmelisiniz. Parayı ne kadar sevdiğinizi anlamanın yolu, fiziksel dünyanın gerçekleri ile mutluluğunuz çakıştığında, mutluluğu ne kadar hızlı ve kararlı bir şekilde seçebildiğinize dikkat etmektir. Uçuk bir örnek verelim: Sevgilinizden vazgeçmeniz için ne kadar para istersiniz? Hızlı bir şekilde ve gerçekten kalpten, “sevgilim hiç bir paraya değişilmez diyorsanız” parayla işiniz yok demektir. Eğer hımm, 1 milyon dolar fena olmaz diye düşünüyor veya küçük de olsa bir duraklama yaşıyorsanız henüz paranın etkisinden kurtulabilmiş değilsiniz demektir. Daha almanız gereken yol var.
Aynı şekilde nesnelere sahip olmak da hayatın bir gerekliliği olmaktan çıkmalı. Nesnelere aşırı şekilde bağlılık, o nesnenin kaybı sonucunda ciddi üzüntülere yol açar. İşte sizin kurtulmanız gereken zihinsel durum tam olarak bu. Oysa ki tüm bu zihin yapısını terkedip, en önemli olan şeyin maddeler değil, bizler olduğunun farkına varırsak, o zaman maddelerin gelip geçici olduğunu, kayıplarının telafi edilebilir olduğunu anlarız ve maddelerin bizi üzmesine izin vermeyiz. İsviçre Sigorta’nın bir reklamında dediği gibi, “Arabanız mahvolmuş olabilir, ama gününüzün mahvolması gerekmez”.
Nesneleri, hayatımızın merkezi olmaktan çıkarıp kendimizi merkeze koymalıyız. Sahip olduğumuz her nesneyi saklamak zorunda değiliz. Tabi ki bizim için hatıra niteliğinde olan nesneleri kastetmiyorum. Ancak bunlar dışında kalan ve işlevini yitirmiş, kullanmadığınız nesneleri başkaları ile paylaşmıyor, bir ilerine hibe etmiyor hatta satmıyorsak, açık bir şekilde nesnenin kontrolü altındayız demektir. Bu davranış, özünde kötü niyet barındırmasa da sosyo-ekonomik bir yararsızlık söz konusudur. Ben, kullanmadığım eşyalarımı düzenli olarak ya arkadaşlarıma veriyor ya da bir yerlere bağışlıyorum. Yani satma seçeneğini bile tercih etmiyorum.
Peki bir nesnenin atıl durumda olduğuna nasıl karar verirsiniz? Aşağıdaki soruları sorabilirsiniz:
  • Bunu ne kadar sık kullanıyorum?
  • En son ne zaman kullandım?
  • Bir daha ne zaman kullanırım?
  • Benim için ne kadar gerekli?
  • Tekrar ihtiyaç duyarsam, kolayca yeniden temin edebilir miyim?
Bu soruların cevapları, nesnenin vazgeçilmez olup olmadığını kafanızda netleştirecektir.
Mülkiyetçiliğin sosyal yararsızlığının yanında kişinin kendisine de verimsiz geri dönüşleri vardır. Yılda sadece iki veya üç hafta kullanacağınız ve yıl boyu vergisini, faturalarını düşündüğünüz, hırsız girer mi kaygısını taşıdığınız bir yazlığa sahipseniz mülkiyetçi, buna harcayacağınızdan çok daha azı ile 5 yıldızlı bir otelde tatil yapmayı tercih ederim, ne gerek var az kullanılan bir şeye kalıcı olarak sahip olmaya diyorsanız minimalist düşünüyorsunuz demektir.
Bunlar, sadece birkaç örnekti. Minimalist yaşamak için yapılması gereken her şeyi sıralamaya kalkarsam uzun bir liste olur. Ben şimdilik bu yazıda minimalist yaşamaya çalışmanın ana hatlarından bahsetmeye çalıştım.
Bana göre minimalizmde nihai hedef nedir? Eğer hayatınızı bir sırt çantasına sığdırabiliyorsanız minimalizmde son noktaya gelmişsinizdir demektir. Hiç kolay değil ama yapabilenler var. Siz böyle olmak zorunda mısınız? Tabi ki değil. Herkesin kendisi için belirleyeceği minimalist yaşam şekli farklılık gösterebilir.
Minimalist olmak demek, hiçbir şeye sahip olmamak değil, sadece gerekenlere sahip olmaktır. Paranın, nesnelerin önemini ve gücünü bilmek, ancak bunun sizi kontrol ederek mutsuz etmesine izin vermemektir.
Platon, minimalizmi 2400 yıl kadar önce şu sözü ile çok güzel açıklamış;
“Önemli olan, hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır”.





Yorumlar